15 Nisan 2010 Perşembe

Yeni yıl,Tanrı,şeytan,bira,blues ve belediye...‏

Evrenin ilk ve en büyük oyunu 'tanrı' ile 'şeytan' arasında oynandı.
Tanrı beyazlarla başladı, şeytan çoban matını icadetti ve kazandı.
Tanri bunu kaldıramadı, ne ilgisi varsa adem ve havva'yı cennetinden kovdu.

Aralarinda şöyle bir diyalog geçti muhtemelen:
" size şu elmayı yemeyin demedim mi?"

" nedir ki bir elma... yemişsek n'olmuş"
" yemeyin dedik yemişsiniz"
" şuradaki eleman yiyin dedi valla"
" hala duruyorsunuz, gidin dedim"
" iyi tamam gideriz, ama nereye gidelim?"
" tamam gidin ben şimdi dunya diye bişey yaratıyorum, tamam mı?"

Ve şeytan girer araya fısıltıyla:
" olum, eyvallah diyin süper ortam olacak açarız yetmişlik, beyaz peynir ve kavun da yaratılacak daha, Havva' da geliyo hem takiliriz"

Ve adem tanrıya döner ve der ki:
" havva'yı da alabilir miyim yanıma"
Ve tanrı der ki:
" çabuk gidin dedim"

Ve adem ne kadar eşyası varsa toplar ve bakar ki sadece bir kaç cd ve bir asma yaprağı var eşya olarak ve onlari alır ve şeytanla gözgöze gelir ve yola çıkar...
tanrı kararlıdır, ikinci bir raund daha oynanacaktir artik kaçınılmaz...
şeytan ise zaten şeytandır... aylak işsiz melek...

Yeni oyun daha kanlıdır ilkinden daha kıran kırana geçer... artık satranç tahtası 'cennet' yerine 'dünya' olmuştur ve oyuncular da adem'in çocukları habil ile kabil...

Adem'in iki oğlu olur, biri zamanin j. lopez'iyle digeri de cindy'siyle takıldı...
ilk başta dünyada her şey yolunda gidiyordu... oyunda da hamleler devam ediyordu...

Kabil diye bir oğlu vardır adem'in ve habil diye bir oğlu'da vardır...
ve tanrı hamlesini yapıp, kabil'e kardeşini öldürme emri verir...
ve tanri kabil'in aklını alır ve ona der ki "şu kardeşini öldür olum j.lo'ya yan gözle bakıyo..."
ve kabil dedi ki:
" saçmalama tanrım ya, bakmaz öyle"
ve tanrı dedi ki
" olum, gözlerimle gördüm, allah seni inandırsın yazılıyo eleman"
ve kabil dedi ki
" kralını tanımam, kardeş falan dinlemem çizerim, ama bak dooru söyle"
ve tanrı dedi ki
"valla bak"

Ve bunun üzerine kabil kardeşini öldürdü.
ve tanri onu lanetledi
ve onun soyundan gelenlerin alınlarına bir işaret koydu, bu şu demekti:
" kabil ve soyundan gelenler katildir sakın ola siz onlara güvenmeyin, onlarla ticaret yapmayın, eğer onlar allah bir derse ona bile inanmayin onlar varya iğrenç insanlardır"
kabil ve onunsoyundan gelenler hakkaten şaşırdılar...
kendi kendilerine ve az da olsa birbirlerine "neki şimdi bu" dediler...
ve musabaka devam etti.......

Yıllar geçti... kabil'in torunları ve onların torunları ve onların torunları, kuzenleri ve hala çocukları hep alınlarında bir işaretle doğdular. insanlar onlara kötü davrandı, lanetlenmiş bir ırktı... insanlar kısa boylu birisini onların arkasında emekleme pozisyonunda durdurup sonra onları ittiler ve onlardan bir kaçı geriye doğru kaykılınca arkadaki kısa boylu elemana takılıp düştüler ve çevredekiler çok güldüler...

Ama yıllar ve bunca acı bu kabil soyuna inanılmaz erdemler de verdi, bazi buluşlar yaptılar önce tekerleği sonra vodka-redbull'u buldular, fazla hırs yapmamayı ve 'cool' olmayı öğrendiler...
Diğer insanlar ki onlar habil'in soyundan geliyorlardı, çünkü başka şansları yoktu, yine de yok ben çeçenim ben inguşum ben mohawkım diyorlardı ama kabil'in torunu değilsen habil'in olmak zorundaydın yine de... sonra bu habil soyundan gelenler kabil soyuna lanet etmek yerine saygı duymaya başladılar...
çünkü o adamlar görece daha sıkıydılar habil soyundan kimi zaman, matematik problemi çözebiliyor, kızlara aşık olabiliyor, party yapabiliyor ve üstü açık arabalarla gezebiliyorlarken, habil'in tohumu tarla da patates yetiştiriyor idi ve bilirsiniz patates protein bakimindan iyi bir sebzemiz degildir. yine de tanri dedi ki:
"olum, takılıyo şu elemanlar, katletsenize onları"
ve şeytan da dedi ki:
"sizin eliniz armut mu topluyo, size vurana sizde vurun"
ve habil'in soyundan gelenler dedi ki:
"ama tanrım onların corvette'i var"
ve kabil'in soyundan gelenler dedi ki:
"ama onların notları hep yüksek bizimkinden"
ve tanrı dedi ki:
"cihad diye bişey yarattım, tamam mı"

Sonuçta din savaşları başladı, o bunu, bu onu öldürdü...


Dünya büyüktür olmasa da giderek genişler, iki farklı uygarlık canını dişine takar:
atlantis ve mu...
birbirini dövmek için ellerinden gelen bütün teknolojiyi kullanırlar....
biri habil soyundandır, diğeri işaretlidir...
biri beyaz taşlara sahiptir,diğeri koyu renklidir... bütün güçlerini harcarlar birbirlerini yoketmek için. yokederler de. tahtanın başında tanrı 'hassiktir' der. şeytan da 'uleyn, uleyn, gitti' der... Hakikaten gitmiştir ama şimdi yeni stratejiler zamanıdır... İnanılmaz iki uygarlık denizin dibine gömülmüştür ve dijital kameralı cep telefonlarını ve 'çaldırıp kapatma'yı keşfetmek için artık milyonlarca yıl geçmek zorundadır...
geçer de zaten,durur mu yıllar...

Atlantis, mu, cengiz han, napolyon, adını hatırlayamadığım rus çarı, mussolini, hitler, bush, britney spears o gün bugündür katliama devam ederler...
sırf alınlarında kabil işareti olanları yok etmek için, onlar da diğerlerini yoketmek için... aslında sadece tahtanın üzerinde, tanrı, yeni oyunda fille kaleyi değiştirmiştir...

Stratejik olarak siz yeşil renkleri seveceksiniz denilir, ve siz bir tane dikey çizgiyi başka bir yatay çizgiyle kesiştirip buna çiviler çakacaksınız, ve siz kızıl saçlı olmayan herkesi öldüreceksiniz, ve siz de kısa etekli kızlara kötü davranacaksınız...
Adem'in kemikleri sızlar, "bunların hepsi benim çocuklarım, delirmiş olmalılar" diye düşünür. havva daha sakindir, sanki o meşhur elmayı adem'e teklif etmemiş gibi "Tanrıya karşı geldiler, olacağı buydu işte, çoraplarını neden mezarın kuzey-batı köşesine attın" diye sitem eder... adem, havva'nın solucanlar tarafından yenmiş basenlerine bakarak " zayıflamışsın tatlım, saçlarının bu rengi de daha iyi olmuş" diyerek çoraplar yüzünden fırça yemeden ve konuyu daha fazla uzatmadan bir sigara hayal eder...


Yapılacak fazla bir şey yoktur... beyazlar siyahları, sarışınlar esmerleri, katolikler ortodoksları, efes içenler tuborg içenleri, arabeskçiler fantaazi müzikçileri, kovboylar kızılderilileri, uzunlar kısaları döver durur, bazen de onlar diğerlerini...

hepsi bir oyundur aslında...

bazıları bir diğerinin son dublesinin son yudumunu ister ve onlar son yudumu ikiye böler... bu da bambaşka bir oyundur...Yeni yılda az yara alıp, en az hasarla parkuru tamamlayalım...
farkında olalım...

11 Nisan 2010 Pazar

Yokum

merhaba, yokum
sen gittin ya, ben seni öldürdüm
su gibi hemde
adın gibi güldürdün.
tahtadan kurşunlarla girdin gönlüme
içimde barutlandın sonra,
çok büyük hevesle kütlelendik
sanki birşey hissettim
bir baktım ki sonra yokum.
Ö.se
10 Nisan 03:20

8 Nisan 2010 Perşembe

Philadelphia Deneyi

Philadelphia deneyi: gökkusagi projesi (project rainbow)

1930'lu yillarda amerikan hükümeti bilim adamlarindan gemilerin radarlarda görünmemesini saglayacak bir yöntem gelistirmelerini ister. baskanligini nikola tesla'nin yaptigi bir grup bilim adami, bu istegi gerçeklestirmek üzere ise koyulurlar…

yaklasik 10 yillik bir çalismanin sonunda proje deneme asamasina gelir. deneyde amerikan donanmasinda görevli küçük bir destroyer olan eldridge adli gemi kullanilacaktir… gemi, jeneratörler, vericiler, güç yükselticiler, modülasyon devreleri ve elektromanyetik alan olusturmaya yarayacak araç gereci içeren tonlarca ekipmanla donanir…


22 temmuz 1943'te saatler 09:00'i gösterirken elektromanyetik alan jeneratörleri çalistirilir. eldridge'in etrafini önce yesil bir duman kaplar. gemiyi bu dumanin ardinda görmek imkânsizlasir. alicilar geminin kuvvetli bir elektormanyetik alanla çevrelendigini göstermektedir. duman çekildiginde ise deneyin istenenden daha basarili oldugu anlasilir. çünkü eldridge sadece radarlardan degil, mürettebatiyla beraber "gözden de" kaybolmustur!

iste philadelphia deneyi'nin bir kaç kelime ile özeti bu…

amerikan hükümeti ve deniz kuvvetleri elbette ki böyle bir deneyin ya da projenin varligini asla kabul etmiyor. tüm bunlarin asılsız, hayal ürünü iddialar oldugunu savunuyor. ancak diger taraftan da görgü taniklarinin ifadeleri var. zaten deney hakkinda bilinenlerin çogu da bu taniklarin ifadelerinden saglanmis. simdi basa dönelim ve hikayemizin ayrintilarina bakalim. 1933 yilinda roosevelt abd'nin baskani oldu ve hemen ardindan eski dostu ve dünyanin sayili bilim adamlarindan nikola tesla'yi washington'a davet ederek ondan devlet adina bazi projeleri yürütüp yürütemeyecegini sordu. yanit olumluydu. baskan ona gökkusagi projesi seklinde bilinen projeden söz etti. tesla bu proje üzerinde çalismaya basladi. 1936'ya gelindiginde tesla önemli gelismeler kaydetmis, hatta insansiz bir gemiyi gözden kaybedip sonra da geri getirmeyi basarmisti. ancak yetkililerin deneyin insanli olarak yapilmasinda israr etmeleri ve tesla'nin da insanlara zarar gelmeden bu deneyin yapilmasinin olanaksiz oldugu noktasinda baslayan görüş ayriliklari sonunda tesla'nin son asamada projeden ayrilmasiyla sonuçlandi.


bundan sonra projenin idaresini dr. john von neumann devraldi. donanma, özellikle almanlara karsi bir an önce ezici üstünlük saglamak kaygisini tasiyordu. bu üstünlügü saglamanin ise görünmezlikten geçtigi düsünülüyordu. arzu edilen gemilerin "radarlara" görünmemesini saglamakti. fakat sonuç beklenenden çok farkli oldu. biraz sabirli olun, daha ikinci deneyi anlatmis degiliz…

Amerikan hükümeti için çalisan bilim adamlari arasinda dünyanin en büyük dahilerinden biri olarak gösterilen ve nazi almanyasindan kaçip abd'ye siginan Albert Einstein da vardi. philadelphia deneyi'nde en büyük katkilardan birinin einstein tarafindan saglandigi düsünülmekte.

özellikle Einstein'in "birlesik alan teorisi"nin deneyi basariya ulastiran faktör oldugu saniliyor. Einstein bu teorisini 1925-27 tarihleri arasinda prusya'da yayimlanan bir bilim dergisine göndermis ancak tamamlayamadigini düsünerek geri çekmis. Einstein'in ileriki yillarda teorisini tamamladigi, ancak bunun savas sirasi ve sonrasi hükümetlerce gizlenmis olabilecegi tahmin ediliyor. biz simdi gelelim ilk deneyin ayrintilarina. haziran 1943'te deney için seçilen uss eldridge'e elektromanyetik alan olusturucu donanim yüklendi ve gemi philadelphia deniz üssü açiklarinda deneye tabi tutuldu.

deney sirasinda yeni mürettebat da gemide bulunuyordu. deneye ticari bir gemi olan andrew furuseth'in mürettebati da taniklik etti. andrew furuseth'in özel bir yeri var, çünkü deney hakkinda bugün bilinenlerin çogunu bu gemide görev yapmis olan carlos allende'nin anlattiklarindan biliyoruz. (allende, 50'li yillarda ufo arastirmacisi morris jessup'a yazdigi mektuplarda yasadiklarini anlatmasaydi, belki de bu olaydan hiç haberimiz olmayacakti.

(ve küçük bir not daha: jessup 1959'da intihar etti. ne ilginç degil mi?)

22 temmuz 1943'te salterler kaldirildi. geminin gözden kaybolusuna kadar olanlari biliyorsunuz. ondan sonra olanlar da oldukça ilginç. 15 dakika sonra salterlerin indirilmesi emredildi. yesil duman yeniden belirdi ve duman çekilirken eldridge yavas yavas yeniden materyalize oldu. ancak bir seylerin ters gittigi hemen anlasilmisti. gemiye iletilen telsiz mesajlarina yanit gelmiyordu. gemiye çikildiginda mürettebatin hiç de iyi durumda olmadigi görüldü. bir çogu sinir krizleri içinde çirpiniyordu. en iyi durumdakiler hafiza kaybina ugramisti! donanma bu personeli topyekun emekliye sevk ederek gemiye yeni personel atadi. bilim adamlarina da sadece radar görünmezligi istediklerini, optik görünmezlige gerek olmadigini bildirdi. 28 ekim 1943'te ise eldridge üzerinde ikinci deney gerçeklestirildi. saatler 17:15'i gösterirken elektromanyetik jeneratörler yeniden çalistirildi. gemi bir kez daha hemen hemen tamamen görünmez oldu. sadece gövdesinin ana hatlari seçilebiliyordu. bir kaç saniye süresince isler yolunda gider gibiydi ki ansizin gözleri kör edebilecek kadar güçlü mavi bir isik patlamasi meydana geldi ve gemi gözlerden tümüyle kayboldu.

Şimdi duyduklariniza inanmayacaksiniz belki ama eldridge, bir kaç saniye sonra, 600 kilometre ötede, norfolk açiklarinda yeniden maddelesti. norfolk'ta bir kaç dakika boyunca görülür durumda kaldiktan sonra tekrar görünmez oldu ve saniyeler içinde philadelphia deniz üssü açiklarinda yeniden belirdi. mürettebatin tamami çok siddetli bir biçimde rahatsizlanmisti. bir kismi da kaybolmustu. hiç bir zaman bulunamadilar… bazilari aklini kaçirdi ama en ilginci 5 asker geminin metal gövdesi ile kaynasmisti! ikisinin elleri çelik gövdenin içine geçmisti. ellerini keserek adamlari kurtardilar ve yerine protez eller taktilar. sag kalan adamlar asla tam anlamiyla düzelemediler. akil sagliklarini kaybettikleri gerekçesiyle de ordudan uzaklastirildilar. elektronik kamuflaji gerçeklestirmeye çalisan bilim adamlari koca bir gemiyi, mürettebati ile birlikte isinlamis ve sonra da geri getirmislerdi. ancak, daha önce de belirttigimiz gibi abd hükümeti asla böyle bir deneyin yapildigini ya da projenin yürütüldügünü kabul etmedi.

donanmaya göre eldridge, sözü edilen tarihlerde philadelphia'da bile degildi. deneyin yapildigi günlere yakin bir tarihte, yine enteresan bir yerde, bermuda seytan üçgeni'nde egitim amaçli olarak bulundugu açiklandi. eldridge daha sonra yunanistan'a satildi ve 90'li yillara kadar da 'leon' adiyla hizmette kaldi. abd hükümetinin, konusunu deneyden alan "the philadelphia experiment" (1983) adli ingiliz yapimi filmin abd sinirlari içinde gösterilmesini yasaklamasi da isin bir baska boyutunu teskil etmekte…

yetkililer emi firmasina bir mektup göndererek söz konusu filmin abd'de gösterime sokulmasini istemediklerini bildirdiler. emi ise bunun için hükümetin bir mahkeme karari almalari gerektigini iletti abd'li yetkililere… karari çikarmak zor olmadi. daha sonra emi karsi bir karar çikartarak filmi "video klüplerde kiralanabilir" kategorisine sokmayi basardi. bazi iddialara göre de abd hükümeti 'görünmez gemi' hikayesini düsmani korkutmak için kendi uydurmustu…

ortada yanit bekleyen bir çok soru var: -donanma neden eldridge'i yunanistan'a satti? -satilan gemi gerçekten eldridge miydi? -öyle ise, su an gerçek eldridge gözlerden uzak bir yerlerde saklaniyor mu? -deneyde kullanilan gemi gerçekten eldrigde miydi yoksa adi degistirilmis bir baska gemi mi kullanilmisti? -abd hükümeti mi dogruyu söylüyor yoksa taniklar mi?.. bu sorularin yaniti henüz bilinmiyor… ama biryerlerde bir ates var ki bu denli dumana bogulmus ortalik…

3 Nisan 2010 Cumartesi

Kung Fu



kung fu, zamanla yetenek geliştirmek için çok çalışmak demektir. bir ressamın kung fu'su olabilir. bıçağı kemiğe hiç değdirmeyecek kadar ustaca her gün et kesen kasabın da. biçimi öğren ama biçimsizi ara. sessizi duy. hepsini öğren sonra hepsini unut. yolu öğren, sonra kendi yolunu bul. bir müzisyenin kung fu'su olabilir. kelimelerle resimler çizip imparatorları ağlatan şairlerin de.. bu da kung fu. ama onu adlandırma.. çünkü o su gibidir.. hiçbirşey sudan yumuşak değildir, ama o kayaları aşındırır. o dövüşmez. rakibinin çevresinde akar. biçimsiz ve adsız.. gerçek usta derinde yatar.. onu ancak sen serbest bırakabilirsin..